Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Darbenin Şeytani Hedefi, İhanet Projesi Kanal İstanbul’dur”

22.04.2025

“GÜNDEMİ BELİRLEYEN YOZGATLI ÇİFTÇİLERİ ALINLARINDAN ÖPÜYORUM”

“GÜCÜNÜ MİLLETTEN ALMAYIP CUNTAYA SOYUNANLARA VESAYETÇİ DENİR”

“19 MART CUNTASI TRT’Yİ ELE GEÇİRMİŞ OLABİLİR AMA MİLLET BİZİMLEDİR”

“DARBECİLER ZATEN ZORDA OLAN EKONOMİMİZİ TAMAMEN BATIRDI”

“İMAMOĞLU’NA OPERASYON İÇİN HER EMEKLİDEN 1, HER ASGARİ ÜCRETLİDEN 1.5, HER MEMURDAN 3 GRAM ALTIN ÇALINDI”

“HALK, ‘EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’ CÜMLESİNİ MEYDANLARA YAZDI”

“CUNTA KAYBEDECEK, TÜRKİYE’NİN BÜTÜN DEMOKRATLARI KAZANACAK”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Değerli milletvekillerimiz, çok kıymetli Cumhuriyet Halk Partisi grubu, bugün grubumuzu şereflendiren değerli konuklarımız, televizyonları başında bizi izleyenler, radyolarından dinleyenler, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına saygı ile selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz” dedi. Özel, şunları söyledi:


“KALBİMİZİN SESİNİ, YOZGAT’IN SESİNİ DİNLEDİK”

“Geçtiğimiz cumartesi günü Yozgat’taydık. Öncelikle il tarihinin en görkemli buluşmalarından birinde bize ev sahipliği yapan tüm Yozgatlılara, hangi siyasi görüşten olursa olsunlar tüm Yozgatlılara yürekten teşekkür ediyorum. Milletin efendisi olan çiftçilerimize, köylülerimize, geçim sıkıntısı içindeki emeklilerimize, yok sayılan, hor görülen kadınlarımıza, hayalleri çalınsa da bir umuda tutunan gençlerimize Yozgat Meydanı’nı doldurdukları için, dosta güven, dost olmayana kaygı verdikleri için ve ‘Biz buradayız, meydan boş değil. Meydan bu meydan, Yozgat burada’ diyenlere yürekten teşekkür ediyorum. 19 Mart başarısız darbe girişimi püskürtülürken yedi gün boyunca Saraçhane direnirken, 2 Nisan’da Yozgat’ta traktörleri ile konvoy yapan çiftçilerimiz önce Türkiye’nin, sonra dünyanın gündemine oturdular. O gün 20 traktör, köylerinden çıktılar, şöyle bir tur attılar ve birilerinde inanılmaz rahatsızlık yarattılar. Hemen karşılarına jandarma dikildi. Köylülere destek vermesi gerekenler, ‘prim yattı’ dekontunu getirmesi gerekenler, ceza pusulalarını getirdiler. O gün bütün Türkiye Yozgat’tan çıkan sesi ve karşısındaki ceberut hükümeti gördü. Biz durmamız gereken tarafta durduk; çiftçilerimizin yanında durduk. Biriyle telefonda konuşurken, ‘Yozgat’a gel, Yozgat’a. Bir miting de Yozgat’ta’ dedi. Dedim, ‘Tamam, Yozgat’ta’. Bunu söylediğim bütün arkadaşlarımız büyük bir heyecan duydular. ‘Yozgat’ta miting mi olur? CHP, Yozgat’ta bin küsür oy almış. CHP, yüzde 2 oy almış, 4 oy almış Yozgat’ta zaman zaman. Son yerel seçimlerde yüzde 2 oy almış. Ne işiniz var Yozgat’ta? Heyecanı söndürmeyin. Güçlü olduğunuz yerlere gidin. Oralardan ses verin’ diyenlere karşı biz kalbimizin sesini dinledik, Yozgat’ın sesini dinledik. Bu mesele, çok derinden gelen, uzun süredir biriken her türlü adaletsizliğe; gelir adaletsizliğine, vergideki adaletsizliğe, eğitimdeki adaletsizliğe, mahkemedeki adaletsizliğe, tüm adaletsizliklere biriken isyan.”

“ADALETSİZLİĞE İSYANIN SEMBOL ŞEHİRLERİNDEN BİRİ OLDU”

“Bu memleketin bir evladının, sırf Cumhurbaşkanı adayı olacak diye, sırf son girdiği dört seçimde de AK Parti’yi yendi diye, ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır’ bilgisine, kabulüne, ‘İstanbul’u kazandı, Türkiye’yi de kazanacak’ korkusuna, önüne set çekilmesi, diplomasının iptal edilmesi, sabahın köründe evinden alınıp emniyete, dört gün sonra mahkemeye götürülmesi bardağı taşırdı. Her türlü adaletsizliğe isyan eden Yozgat, artık o vakitten sonra bu adaletsizliğin sembol kentlerinden biri, buna isyanın sembol kentlerinden biri oldu. Hepinizin gözü önünde Tayyip Bey’in dolduramadığı kısmı da doldurarak, onun kendi teşkilatını azarladığı boşlukların da tamamını doldurarak, meydanlara sığmayarak ve elbette o meydana yine traktörlerle girerek Yozgat ile buluştuk. Sağ olsunlar o günden bugüne bütün televizyonlar bu görüntüleri konuşuyor. AK Partili kalemler karar veremiyorlar. Traktör sayısında birbirleri ile kavga ediyorlar. Biri 500 demiş, öbürü saymış 354’müş. Öbürü hesap yapmış: Yozgat’ta 35 bin traktör olacakmış, 100’ünden biri gelmiş, demek ki 99’u bizimle birlikte değilmiş. Vallahi Türkiye’nin gündemine oturan, bütün dünyaya sesini duyuran, günlerdir yandaş kanalların gündemini belirleyen Yozgatlıların ve Yozgatlı çiftçilerin alnından öpüyorum. İyi ki varlar. Birilerinin kimyası bozuldu. Oy kendilerine verilince Anadolu irfanı diyenler, Yozgat haksızlığa karşı susmayınca etmedik hakaret bırakmadılar. İşte bunların Anadolu’ya bakışı, Anadolu halkına bakışı, Anadolu irfanından anladıkları budur. Onların yanında olunduğunda makbul olanları, olmadığında merdut ilan edenler, reddedilmiş ilan edenler bugün Türkiye’de iktidardadır. Bu yüzden o güzel buluşmaya gelen, katkı koyan ve hatta Yozgat’ta olan, yüreği meydanda olan ama o günlük çıkamayan, Yozgat’ta olmayan ama Yozgat’taki o meydanda kendini bulan herkese şunu söylemek isteriz. Çok net bir durum var. Artık Türkiye’de saflar netleşti. Biz saflaşmadan, kamplaşmadan, kutuplaşmadan yana değiliz. Biz kardeşlikten, kucaklaşmadan, zorluklarla birlikte mücadele etmekten yanayız. Artık bir tarafta yokluktan, yoksulluktan, işsizlikten, adaletsizlikten yılmış milyonlar var. Karşıda ‘Bu düzen sürsün, iktidarımız sürsün, ne olursa olsun’ diyen bir avuç muhteris var. Biz bu işin sağını - solunu, parti ayrımlarını bir kenara bırakıp demokrasiden yana olanlarla, otokrasiden yana olanların mücadelesinde 105 yıl önce birinci Meclis’te başlayan, halkın iradesini önceleyen, ‘Halk ne derse o olur’ diyen, oyu bir ara halktan alıp, onu baş tacı edip, sonra güç kaybedince ona sırt dönenlerin, burun kıvıranların, önünden sandığı almaya çalışanların seçeceği Cumhurbaşkanı’na karışanların, Cumhurbaşkanı adayını alıp da hapse atanların karşısında sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlar, onların yanında muhafazakar demokratlar, liberal demokratlar, sosyalist demokratlar, Kürt demokratlar, Yozgat’ta olduğu gibi yan yana, omuz omuza Aleviler - Sünniler, tüm mezhepler, tüm görüşler hep beraberiz. Biz Gazi’nin emaneti, kurduğu demokrasiden, Cumhuriyet’ten yanayız. Seçme ve seçilme hakkından, seçimlerdeki yarıştan yanayız. Yarıştan kaçanlara, dikta olmaya çalışanlara, sandığı kaçıranlara karşı biriz, beraberiz. Millet olduğumuz için yine 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza, hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız, tek adamlar kaybedecekler.”

“ABDULLAH AMCAYA SÖZ; ADALETLE YÖNETENLER BAŞA GELECEK”

“9 Ekim günü karar verdiler darbe yapmaya. İstanbul’a yolladılar darbenin adalet ayağını, güya bir adalet sarayına, orada yargı eliyle her şeyi dizayn etsin, düzenlesin diye. O günden bugüne onlar bir sonraki Cumhurbaşkanı’na, Cumhurbaşkanı adayımıza kumpas kurmaya, onu, arkadaşlarını, arkadaşlarımızı itibarsızlaştırmaya uğraşırken, biz de buna gün be gün itiraz ediyoruz. Bu kürsüden operasyondan üç hafta önce bir darbe mekaniğinin devrede olduğunu, adım adım ilerlediklerini, bunun bir darbe girişimi olduğunu ifade etmiştim. Daha sonra bu darbeye direndik. Darbenin başına ‘cunta’ dedik, birçok tanımlama yaptık. Buna karşı onlar da kendilerince geçmişte darbelerin mağdurlarıyken, geçmişin mazlumlarıyken, şimdi zalim oldukları için, bir darbenin başında oldukları için, tertipçisi oldukları için, gücü milletten almak yerine milletten korktukları için kendilerini savunmaya çalıştılar. Bazen daha büyük tehditlerle, bazen bir adım geri atarak, bazen başkalarına saldırtarak, bazen bir kelime eksik konuşup sanki makulmüş gibi davranarak. Ama bu darbedeki heveslerinden vazgeçmediler şu ana kadar. Bütün süreçte dünya kadar tanımlamalar, dünya kadar söz söylendi. Ama hiçbir söz, Abdullah Amcanın sözü kadar güçlü değildi. Bütün süreci özetledi. Abdullah Amca dedi ki, ‘Turpunan, şalgamınan devlet idare edilmez. Adaletle, hukukla idare edilir.’ Buradan Abdullah Amcaya söz olsun. Organik tarım yapanlar gibi organik bir sloganı bulan, yüreğinde hisseden, o sloganı buram buram toprak kokan, Yozgat kokan Abdullah Amcaya söz olsun. Bu düzen değişecek. ‘turpla, şalgamla değil adaletle yönetenler’ bu devletin başına gelecek.”

“NARİN, MATTİA AHMET VE SILA GEÇEN SENE BUGÜN YAŞIYORDU”

“Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Biraz önce özel oturumda Türkiye’nin dört bir yanından gelen çocuklara bir selam verdik. Onların coşkusunu, onların gözlerinin içindeki parıltıyı gördük. Ben buradan hem onların şahsında; Meclis’e gelen çocuklarımızın şahsında tüm çocukların bayramını kutluyorum. Ancak maalesef ülkemizde çocukların ağır sorunları var. Söylemek bile ağır. Yahu bir ülkede çocuğun ağır sorunu olur mu? Maalesef var. Her dört çocuktan biri öğün atlamak zorunda kalıyor evde. Her üç çocuktan biri okula gidiyor ve okulda hiçbir şey yemeden evine dönüyor. Elinde beslenme çantası ya da cebinde kantinden bir simit alacak parası olmadığı için. Güvencesiz çalıştırılanların yanında çocuk yaşta çalıştırılanlar var. Nitelikli eğitimden mahrum bırakılan bir nesil, babasının, annesinin ekonomik durumundan dolayı hayata kapatamayacağı kadar farkla geriden başlayan çocuklarımız var. Ne yazık ki güvende tutamadığımız, koruyamadığımız çocuklarımız var. Geçen sene bugün, 23 Nisan’ın öncesinde yüreğinde bayram heyecanı olan Narin, Mattia Ahmet ve daha iki yaşında olan, annesinin bayram günü güzelce giydireceği Sıla bebek yaşıyordu. Bu rejim, bu ülke 2024-2025 yılı arasında, Meclis’in 105’inci yılında, Cumhuriyet’in 102’nci yılında Narin’i, Sıla’yı, Ahmet’i koruyamadı. Biri iki, biri sekiz, biri 14 yaşındaydı. Biri gördüğü cinsel saldırıdan sonra hastanede öldü. Bir diğeri bir gördüğüne tanık olduğu için öldürüldü. Saklandı, günler sonra bulundu. Ama bir milletvekili, ‘O köyde dostlarımız var. Her şeyi anlatamayız, biliyoruz’ dedi. Onun bildiğini savcılar bilemedi, ‘Şu öldürdü’ diyemedi ve bu meselenin üstüne bir siyasi partinin ittifak ortağının, siyasi uzantıları rahatsız olacak diye küçücük Narin cinayetinin üzerine tam anlamıyla gerçekten gidilemedi. Hepimizin gözü önünde kaykay kıyafeti almaya giden, 14 yaşında Ahmet Minguzzi hunharca, barbarca, gözü dönmüşçe katledildi. Halen daha mezarına saldıranlar, annesini tehdit edenler, ailesiyle görüşen gazetecileri tehdit edenler var. Ellerinde güvercin resimleriyle, o güvercinlerin bacaklarına sardıkları uyuşturucu zulalarıyla, uyuşturucu yolladıkları yerlerle, ‘Biz güçlüyüz’ diyenler var. ‘Meydan okuyoruz’ diyenler var. Bir yandan bu memlekette adalet arayan milyonlar, bir yandan adaletsizlikten dolayı, yaşadıkları haksızlıklardan dolayı evinden çıkamayan, karanlık odada ışığını açamayan anne - babalar var. Bu yüzden bu Meclis’in kuruluşunun 105’inci yılında, Cumhuriyet’in kuruluşunun 102’nci yılında ant olsun ki bu memlekete hem siyaseten, hem de her bir bebek için, evlat için, ana için, baba için, hem güvenliği hakim kılacağız, hukuk devletini hakim kılacağız, adaleti hakim kılacağız. Çocuklarımızın karnını da doyuracağız, onları koruyacağız. Bundan sonra kimsenin evladını bu memlekette sahipsiz bırakmayacağız.”

“GAZİ, ‘GÜCÜN MİLLETTE OLDUĞUNU GÖSTERMEK LAZIM’ DİYOR”

“Bugün konuşmayı hazırlarken, tutanaklara döndük. Çünkü biz bugün milli iradeyi koruyoruz, milli iradeyi savunuyoruz. Çünkü milli irade saldırı altında. Meclis’in duvarında ‘Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir’ yazıyor. Şükürler olsun ki o millet, egemenliğine 81 ilde, 973 ilçede sahip çıkıyor. İşte o yüzden Yozgat’taki 10 binler, birilerini inanılmaz rahatsız ediyor. Ama bir yandan da ‘Biz bu cesareti nereden alıyoruz?’ diye baktığımızda, bu Meclis’in 24 Nisan 1920 kapalı oturum tutanaklarında Mustafa Kemal’in söylediği sözü döndük, ‘Açalım, bakalım. İlk tutanakta, gizli tutanakta bir şey diyordu Gazi’ dedik. ‘Millet müdrik ve kuvvetlidir’ diyor, gözlerinin içine baka baka bir gün önce Ankara’ya çağırdığı mebuslara. ‘Milletin amili hakiki olduğunu ispat etmek lazımdır.’ Yani ‘Gerçek gücün millette olduğunu ispat etmek, kendine de göstermek, dosta - düşmana göstermek lazımdır’ diyor. Çok kıymetli bir söz ama esas işin özü nerede biliyor musunuz? Bu konuşmayı 23 Nisan günü yapmıyor, 24 Nisan günü yapıyor. 24 Nisan günü saatler süren, 9 saate varan, ‘Biz buraya niye geldik?’ diye anlattığı konuşmayı, 23 Nisan günü Sinop Mebusu’nun açılış konuşmasından sonra çıkıp da yapmaya başlamıyor. İtiraz ediyor, ‘Bir dakika’ diyor, ‘Çalışmalara başlayamayız.’ Niye? ‘Mazbata tetkiki yapmamız lazım. Biz buraya çağırdık, seçim yapılabilen yerde yapıldı. İstanbul’daki meclisin üyeleri doğal üye sayıldı. Bu gelenler geldi de bunlar gerçekten milletvekili mi, mazbatalarını gördük mü? Tetkik ettik mi? Ya araya hain girdiyse, ya araya ajan karıştıysa? Ya bunlar milletin temsilcileri değilse? ’Dört kişilik komisyon kuruluyor. Herkes yorgun. Kendisi de o komisyona giriyor. Sabaha kadar mazbatalar tetkik ediliyor. Uygunluğu olmayan bir kaçının da peşine düşülüyor, kimisi de alınmıyor. Ama Meclis ertesi gün açılıyor ve şimdi içi rahat artık. ‘Buraya bunları, temsilcileri milletin kendisi yolladı’ diyor. Yani şekli bir mesele. ‘Ben topladım buraya yeteri kadar kişiyi, açarım seçtiririm kendimi başkan, konuşurum. Artık var ben de bir unvanın peşinde değil. Gerçekten milletin sözünün, yani milletin gerçek güç olduğunun kendi de farkında. Herkes de farkına varsın istiyor. O sırada bir saatin önemi varken, bir gün mazbataları tetkik etmenin ve milletin gerçek temsilcileri ile birlikte yol yürümenin idrakinde olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten aldığımız güçle, aynı idrakle, aynı azimle; Samsun’da, Maltepe’de, Yozgat’ta, Saraçhane’de ne yaptıysak yarın Mersin’de, öbür hafta Konya’da, öbür hafta Van’da, öbür hafta bir başka Anadolu şehrinde. Ama korkmadan, yılmadan gerçek gücün millette olduğunu, milletten aldığımız güçle bütün dünyaya göstereceğiz, bütün dünyaya.

“SAVAŞ HUKUKUNA BİLE AYKIRI”

“Millet, Genel Kurul salonda arkada yazan ‘Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir’ yazısını, sokaklara, meydanlara yazmıştır artık. Seçimle gelip seçimle gitmek istemeyen birileri var çünkü karşısında. Milleti de devleti de temsil etmeyen bir küçük grup, 34 gün önce uzun süredir hazırladığı bir darbe planını devreye soktu. ‘Bize savaş ilan ediyorsunuz’ demiştik ya, öyle şeyler yaptılar ki aldık başımızın üstüne koyduk. Savaş ilan edilmiş birisi, bir parti ne yaparsa, bir halk ne yaparsa aynı cesaretle, aynı kararlılıkla korkmadan karşılarında durduk. Ama savaş hukukunda bile olmayan şeyleri yaptılar. 31 yıl önceki diplomanın iptali. Savaş hukukuna göre, savaşı kazanabilirsiniz ama o ülkenin resmi evrakları, kayıtları ve tapuları geçerlidir. Savaş hukuku, sizin bir ülkeye karşı savaş kazanmanızı o ülkedeki tapuları geçersiz kılmaz, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz. Kazanan devlet, diğer devletin verdiği belgeye bile saygılıdır, hukukun gereği budur, o belge geçerlidir. Uygulanan mesele savaş hukukuna bile aykırı şekilde. Sanki gidip de bir başka ülkeyi istila etmiş de yönetimi değiştirmiş de… O durumda bile saygı duyması gereken evraka saygı duymayan, bunu da sırf rakibini ekarte etmek için yapan bir anlayışla karşı karşıyayız. Ortadaki ispatlanan hiçbir suç yokken, sadece gizli tanıkların ifadeleriyle, ilhamını FETÖ'cülerden alan bir kumpasla karşı karşıyayız.”

“BİZİM TARAFTAN KİMSENİN BAŞI ÖNE EĞİLMİYOR”

“Dosyaya ve iddialara bakıldığında tutuklamaya ilgili hiçbir somut gerekçe yokken, 15,5 milyon insanın aday gösterdiği cumhurbaşkanı adayımızı, altı belediye başkanımızı ve 100’e yakın arkadaşımızı orada haksız yere tutuyorlar. Aradan 34 gün geçti, bir iddia kanıtlanamadı daha. Bir iddia kanıtlanamadı. Ancak 24 şirkete kayyım atadılar. 28 şirkete de tedbir koydular. Daha mahkeme bitmeden, şirkete kayyım atayıp, mahkemenin sonucunu baştan bilip, o şirketleri batırmaya, o şirkette çalışanları o şirketlere sokmamaya başladılar. Dosyada suç olmadığı için insanları yalancı tanıklığa zorlamaya başladılar. Ve çok net olarak şunu ifade etmek isterim ki: Dün bir gazeteciye, bir köşe yazarına, bir gizli tanık ifadesine ya da bir yalancı şahidi ya da etkin pişmanlıktan yararlanan birinin ağzından çıkan her söze ‘Hadi bakalım şimdi bunlar doğru, TRT’den istiyordunuz, hadi yayınlansın’ dendiği için uzunca bir izahat yaptım. Sonunda da şöyle söyledim. Buradan bütün gazeteci arkadaşlarıma da söylerim. Ben Silivri’de onlarca görüşme yaptım. Daha fazlasının bilgileri teker teker geliyor. Bugün Silivri’de yaşanan şudur: Apar topar yapılan bir operasyon, yazılamayan bir iddianame var. Gizli tanık var, Çınar, Ladin, Meşe diye üç tane odun. Bu gizli tanıkların ifadelerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve bizim Anayasa Mahkememize göre somut delillerle desteklenmesi lazım. Diyor ki ‘Sadece gizli tanık ifadesiyle işlem yapılmaz.’ Ne yapıyor? Gizli tanık dünya kadar iftira atıyor, geçen hafta anlattım. Savcıyı çağırmış Tayyip Bey, geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını anlatmış. Davanın özeti; ‘Kişi kendinden bilir işi’ davasıdır bu. Tayyip Erdoğan ‘Biz şöyle yapardık’ demiş. ‘Akbil’de biz şöyle yaptık, reklam şirketleri ile şöyle yaptık, billboardlarla böyle yaptık. Emin ol bunlar da öyle yapıyor.’ Gizli tanık ifadeleri aslında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının verdiği tüyolar. Bunları söyleyip yola çıkıyorlar ama bir tane kanıt bulamıyorlar. Bir MASAK Raporu var, tel tel dökülüyor. Ama raporda ortaya çıkan hesap hareketlerinin hepsinin tek tek cevabı veriliyor ve cevapsız kalmıyor. Söylenen sözler karşısında savcılar çaresiz kalıyor, bizim taraftan kimsenin başı öne eğilmiyor.”

“BU ŞARTLAR ALTINDAKİ ETKİN PİŞMANLIKLA ADALET SAĞLANIR MI?”

“Bu durumda döndüler AK Parti ile iş yapan, bakanlıklarla iş yapan, geçmişte İBB ile AK Parti döneminde iş yapmış ve sonra bu tarafa gelmişlere yalancı tanıklık için zorlama yaptılar. Kabul edenler oldu, ileride hesap verecekler. Mahkemede tek tek takip edeceğiz. O yalancı tanıklıkların ispatını ortaya koyamadıklarında. Koysa zaten yalancı olmaz, tanık olur. Ama savcılık zoruyla ‘Şöyle söyle, şöyle ifade ver.’ Onu ispatlayamayanlar ileride hesap verecek. Yalancı tanıklar da somut delile ulaşamayınca şimdi etkin pişmanlığa sarılmak üzere bir işe giriştiler. Ben etkin pişmanlıktan yararlanan ve süreci devam eden kimseye bir şey demem. Kanunda olan haktır, yararlanmıştır, ne söylemiştir, ne etmiştir. Zaten baktığınızda ifadesine, ne Ekrem Başkan’ı suçlayan bir durum var, ne başka bir şey. Buna hiçbir şey demem. Bir tek şunu söylerim arkadaşlar. Bütün basın mensuplarına söylüyorum. Onlarca arkadaşımız şunu anlatıyor. ‘Hastaneye gideceksin diye beni aldılar, gittiğim binanın hastane olmadığını gördüm. Bir odaya girdim ne doktor ne hemşire. İçeriye Savcı Bey girdi. Avukatım da yoktu yanımda ve dedi ki ‘Orada doğru yapmadın. Avukatından mı çekindin? Sana baskı mı yaptılar? Verdiğin ifade beni memnun etmedi. Ben bu kapıdan çıkar giderim, 10 yıl evlatlarının yüzünü göremezsin. Bence daha doğru bir ifade vermelisin.’’ Bir diğeri diyor ki ‘Beni aldılar, cezaevinde altı kapı geçirdiler, nazikçe davrandılar, biz koltuğa oturttular. Karşıma bir ekran açtılar. Baktım Savcı Bey karşımda. ‘Beni görüyorsun, 5 dakika daha buradayım. 5 dakika içerisinde kararını ver.’’ Diyor ki ‘Avukatımın olması gerekmiyor mu?’ ‘Hayır bu öyle avukatlı bir görüşme değil. Sana hayatının fırsatını sunacağım. Çocuk kaç yaşında?’ Söylüyor. ‘Ya bak gelene kadar 10 sene geçer o çocuğun yüzünü görene kadar. Bu ekran kapanmadan fikrini değiştir. Desen ki ‘Bu ihaleleri kimin alacağını Ekrem Bey biliyordu, filanca biliyordu, bizi de onlar zorladı. Buradan ekran kapanmadan çıkar gidersin, evladına sarılırsın. Yoksa 10-12 sene onun yüzünü göremezsin.’ Şimdi gizli tanık, sonradan yalancı uydurma tanık, şimdi peşinde oldukları. Haftalardır buna basıyorlar. Ve bu sebepten demiyorum, Allah ile kendi arasındadır. Ama bundan sonra çıksa ki 15 tane itirafçı. Yazdım gazeteci arkadaşa, ben tek tek bu isimleri verebilirim, gidip Silivri’de ziyaret edebilirsin. Bu şartlar altında ortaya çıkan etkin pişmanlıkla adalet sağlanır mı? Bu şartlar altında ortaya çıkacak ifadelerle adalet sağlanır mı? Bu sebepten bu meseleye bütün Türkiye kamuoyunun bu perspektiften elini vicdanına koyarak bir kez daha bakmasını, bu davanın savcılarının çaresizliğinin üstlerindeki Başsavcıdan, o Başsavcının çaresizliğinin Ankara’daki ‘Her şeyi ben bilirim ben ben ben’ diyen ‘Akın bana İstanbul’da lazımsın’ diyenden başkasının bu işin sorumlusu olmadığını bütün milletimize gözünün içine baka baka ilan ediyorum.”

“CUNTAYA SOYUNANLARA VESAYETÇİ DENİR”

“Milletin iradesine baskı yapmaya, yön vermeye vesayetçilik denir. Gücünü milletten almayıp cuntaya soyunanlara vesayetçi denir. Vesayet, postal giydiğinde de tanınır, kravat taktığında da. Birine kravat taktırmakla devlet adamı yapamadığınız gibi, devletin başındaki yıllardır kravat takan biri darbeye giriştiğinde, o kravat onu darbeci olmaktan ve vesayetçi olmaktan kurtarmaz. Vesayet; asker eliyle de kurulur, yargı sopasıyla da. Bu millet, vesayetin her türlüsünü tanır, bilir, reddeder. Bu millet her şeyi affeder. Bazen yoksulluğa katlanır, bazen kendine yapılan başka türlü haksızlıklara katlanır, susar. Ama seçme hakkına, sandığa el uzandığında çıkıp da koca koca generaller, ‘Bunu seçeceksin’ dediğinde ya da bir başkası iki satırla kimin Cumhurbaşkanı olup olamayacağına verdiği E-muhtırayla bir şey söylediğinde ya da milletin evlatlarını ordu evinin kapısında ‘Senin giyimini beğendim gir, sen torununun nişanına giremezsin’ dendiğinde o vakitten sonra o vesayet odağı korksun. Onun için söylüyorum ki Kenan Evren’e haddini bildirenler, E-muhtırada doğru yerde duranlar, 15 Temmuz’da çıplak elle tankları durduranlar, 19 Mart cuntasını darmadağın edecekler, darmadağın edecekler. Dedim ya Abdullah Amca gibi güzel hiçbirimiz anlatamaz, tanımlayamayız. Ama naçizane her darbe gibi bu darbenin de bir karargahı var. Karargah Beştepe'deki saraydır. Her darbecinin gibi bu darbenin de bir silahı var, maalesef ele geçirdiği yargıdır. Her silahın olduğu gibi yargıdaki silahın da bir mühimmatı var, o da maalesef iftiradır, yalandır. Bu iftira ve yalanların bir mühimmat deposu, cephaneliği var. Üzülerek söylüyorum ki, o da vergilerimizle ayakta duran TRT’dir, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’dur.”

“19 MART CUNTASI TRT’Yİ ELE GEÇİRDİ”

“Bakın o TRT, hangi TRT? 31 Mart seçimlerinden önce Erdoğan ve AK Parti’ye bin 945 dakika, o gece seçimin birinci partisi olacak, belediyelerin yüzde 65’ini alacak Cumhuriyet Halk Partisi ve bana 25 dakika yer ayırmıştır. Seçim takvimi boyunca bin 945 dakika AK Parti’ye, 25 dakika Cumhuriyet Halk Partisi’ne yer ayıran TRT’dir. 2003’ten 2024’e, 21 yıllık döneminde toplam geliri 13.3 milyar dolardır. 13.3 milyar dolar. Bu gelirin yüzde 16’sı 2.3 milyarı reklamlardan, yüzde 84’ü ise 11 milyar doları bandrollerimizden, 2021 yılına kadar alınan elektrik payından oluşmuştur. Kanuna göre tarafsız yayıncılık yapması gereken TRT, bugün 86 milyona değil bir avuç cuntacıya hizmet etmektedir. Ekrem İmamoğlu, sevgili başkanımız şimdi olduğu gibi Silivri’de, hücresinde kanaldan kanala geçerken TRT’nin bir kanalına yakalanmış. Gördüklerine inanamamış. Buna isyan eden bir paylaşım yaptı. Onun üzerine utanmak sıkılmak neredeyse, RTÜK Başkanı ve İletişim Başkanlığı’ndan sert tepkiler geldi. Diyorlar ki ‘Bir siyasetçinin tutukluyken TRT’yi hedef alması kamuoyunun haber alma hakkına saldırıymış.’ RTÜK Üyesi Tuncay Keser'in 22 Mart ve 10 Nisan tarihlerinde TRT’nin taraflı yayınları hakkında yaptığı iki başvuruyu sümen altı eden RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, TRT’ye kalkan olmaya çalışıyor. Bir hatırlatma yapayım. Bu yılın ilk dört ayında, RTÜK yedi kez muhalif kanallara, NOW’a, Halk TV’ye, Sözcü’ye, masumiyet karinesini yani yargılanan birinin yargısı bitene kadar masum olması ile ilgili temel bir kaideyi aksattıkları için yedi kez ceza kesmiş. Sebep ne? Sinan Ateş davası bitmeden tetikçiye katil diyor diye. Sebep ne? Kartalkaya yangını ile ilgili buradakilerin katilleri diye oradaki sanıkları söylediler diye ceza kesmişler. Çünkü yargılama bitmeden bunu yapmak suçmuş. Ebubekir Şahin, Allah aşkına şu kadar haysiyet varsa, şu kadar vicdan, şu kadar insaf, yapmış olduğun görevin gerektirdiği şu kadarcık toplu iğne başı kadar adalet duygusu varsa, İmamoğlu İnşaat projelerinde usulsüzlük TRT Haber. Gece Bakışı programı. İddialar komik de çatı yüksekliği, teras büyüklüğü, kat planı projeye aykırı değiştirilmiş. İmamoğlu’nu çatı yüksekliğini 20 santim yüksek yapmakla, terası küçültüp yatak odasını büyütmekle suçluyorlar. İmamoğlu İnşaat projelerinde usulsüzlük, dosya resimleri. Bırak yargılama bitecek, masumiyet karinesini. Daha iddianame yok, dosyada gizlilik var. Dosya TRT’ye servis edilmiş. TRT de usulsüzlük iddiası bile demiyor. ‘Usulsüz yapıya kullanım izni. Beylikdüzü Belediyesi projeye aykırı yapıya izin belgesi düzenledi.’ Bu mavi bir dosya. Güya dosya gizli. Kimse bilmiyor, avukatlar zor görüyor. TRT bu ifadeleri kullanıyor. Aynı günler, isyan eden öğrenciler için ‘Polise saldıran provokatörler, camlarını kırdığı İBB binasına girdi.’ Binanın giriş katını gösteriyor. 22 Mart. Evlatlarımızı provokatör olmakla suçluyor, oysa ki polisten kaçarlarken İstanbul İl Başkanı, Sevgili Özgür Başkan dedi ki ‘Genel Başkanım açtık kapıları, gazdan kaçıyor çocuklar. Sonra da öbür kapıdan çıktılar, güvenle evlerine gittiler.’ Bak TRT’ye canlı yayında veriyor bunu. Çıkmış bir beyefendi, almış önüne koca dijital ekranı. Balonlara bak, ‘Ekrem İmamoğlu suç örgütü kurma, ihaleye fesat karıştırma, işadamları ile hareket etme, ihalelere hizmet alımları, muvazaalı sözleşmelerde usulsüzlük yapma.’ İddiası bile demiyor, iddiası. İddiası bile demiyor. Bütün gece, 4 saat bunu yayınlıyor adamlar. Ondan sonra bir de diyorlar ki Halk TV’ye ‘Sinan Ateş’in katilleri dedin, daha mahkeme bitmedi. Ceza öde.’ Nerede adalet, nerede insaf, nerede bu ülkede hepimizin paralarıyla, hepimizin vergileri ile maaşları ödenen TRT’nin yaptığı bu işler? Her darbe TRT’yi hedef alır, her darbede TRT’den bir bildiri okurlar. Cuntanın ilk hedefidir. Ama 15 Temmuz’da nasıl cuntacılar gittiler TRT’yi ele geçirdiler ama en sonunda milletten şamarı yediler. 19 Mart cuntası da TRT’yi ele geçirmiş olabilir ama millet bizimledir.”

“BU ÜLKEYE YAPILAN KÖTÜLÜK, İŞTE BU KADAR BÜYÜK…”

“Bu 19 Mart darbecileri zaten zorda olan ekonomimizi tamamen batırdı. Perişan ettiler. Dövizi tutabilmek için 50 milyar dolar; 1,9 trilyon lirayı cayır cayır yaktılar. Mehmet Şimşek denen bu darbenin mali ayağı, ‘Biz bu rezervleri bugünler için topladık’ diyor. Oysa bakın parayı Ekrem İmamoğlu’nu hapse atıp, tepki yükselince, dolar yükselince onu bastırmak için, borsa batıp bir günde 31,5 milyar değer kaybedince, küçük yatırımcı ezilince, yabancı yatırımcı parasını alıp yurtdışına kaçarken, 3 milyar dolarlık hisse senedi satılıp giderken, dolar fırlamasın diye almış bu parayı, tutmuş. Bu; 1,9 trilyon lira. Burada bizim yayını kaydeden kameraman arkadaşım, tertemiz bir kardeşimiz. Bu kardeşimize desek ki, ‘Gel buraya. Bu 1,9 trilyon lira sana emanet. Bu parayı al, en doğru yerde harca.’ Kardeşim derse ki, ‘Bu milletin çiftçisi çok ezildi…’ Türkiye’deki bütün çiftçilerin toplam borcu 1 trilyon lira. Toplam borç bu kadar. 1,9 trilyonun 1 trilyonuyla bütün çiftçi borçları kapanıyor, geriye kalan 900 milyar lirayla çiftçi başına 412 bin lira para veriyorsun, destekleme… 412 bin lira, bugün çok eski olmayan bir traktör satın alır mesela. Her çiftçiye 412 bin lira verebilirsin. Ya da bütün borçları kapatırsın, o borcu olan çiftçiye borcu kadar üstüne para verebilirsin. Böyle bir parayı yaktılar Ekrem İmamoğlu korkusundan. Ya da arkadaşımız der ki, ‘Atanmayan öğretmenler var, 1 milyon kişi…’ Bu 1 milyon kişiyi atayabilir kameraman arkadaş, 3 yıllık maaşını da peşin ödeyebilir. 1 milyon öğretmeni atar, 36 maaşı peşin ödeyebilir. Ya da kameraman arkadaşım der ki, ‘Emekli benim babam, 14 bin 500 lira ile geçiniyor. Özgür Özel de diyor ki, ona asgari ücret verelim. Yetki bende. Para bende. Ben bütün emeklilerin 14 bin 500 lira maaşını bir asgari ücrete çıkarıyorum’ der, 22 bin liraya. Buna parası yeter. Bu paranın 17’de biri daha. En düşük emekli maaşını 30 bin lira yapar, daha paranın 9’da birini harcamış olur. Emekliye para yok ya, 30 bin lira maaş için lazım paranın 9 katı var. Çiftçiye para yok ya, bütün banka borçlarını kapatmak için lazım paranın iki katı var. O yüzden herkes oturup düşünsün; bu memlekete yapılan kötülük ne büyük bir kötülük. Bir iktidar değişiminden bu kadar çok korkuyorsa birileri, kalkmıyorsa o koltuktan bunun var bir sebebi. Hiçbirimize bulamadıkları parayı, hiçbirimize.”

“ZİMBABVE İLE VENEZUELA ARASINA YOZGAT’I SOKANLARA YAZIKLAR OLSUN”

“Bakın ayda yüzde 2,5 faiz düşecek. Tayyip Bey, ‘Çok biliyorum’ dedi, 9 olan faizi 50’nin üstüne çıkardı. Seçimden sonra Nebati’yi yolladı, yerine sözde rasyonel, sözde demokrat, sözde namuslu, darbenin en önemli ayağı, mali ayağı olan, bütün dünyada artık kimsenin yüzüne bakmayacağı Mehmet Şimşek’i getirdi. 2,5’ar puan, 250 ‘baz puan’ diyorlar; yüzde 2,5... Düşe düşe, güya enflasyon düşecek. Niye? Vaktiyle enflasyonun üstüne faiz verilse Almanya gibi, Amerika gibi başaracakken, Tayyip Bey’in inadıyla fırladı. Şimdi kademe kademe düşüyordu. 2,5 puan düşeceği gün 3,5 puan artış oldu. Yüzde 6; İmamoğlu’nun tutuklanmasının faiz karşılığı. O gün Avrupa Merkez Bankası yüzde 2,75’ten 2,5’a indirdi faizi, biz Türkiye’de faizi yüzde 46 yaptık. Dünyanın en yüksek ikinci faizi. Neredeyiz biliyor musunuz? En yüksek faiz Venezuela’da. Orada da seçim sonucu, seçimler adil yapılmadı diye iktidar ile muhalefet arasında büyük bir mücadele var. Üçüncü sırada olan da Zimbabve; yüzde 35 ile. Hani ekonomide en iyi noktada olanlar var ya. A’dan Z’ye diziliyoruz. Zimbabve ile Venezuela’nın arasına, V ile Z harfinin arasında Y var ya. Bizi, Yozgat’ı soktu bunlar. Zimbabve ile Venezüella arasına Yozgat’ı sokanlara, Türkiye’yi sokanlara, Ankara’yı, İstanbul’u sokanlara yazıklar olsun. Vatandaşın tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 172 milyar lira arttı. Şu anda 4 milyon vatandaş kredi kartından takipte. Yani eve haciz gelmek üzere. Kredi kartları takipte. Milletin ekmeği küçülmüştü. Bu bir ayda; Ekrem Başkan’ın evinden alındığı 19 Mart’tan Yozgat’ta mitinge gittiğimiz 19 Nisan’a. Ekrem Başkan alınırken 19 Mart’ta asgari ücret 6,5 gram altın alıyordu. 1 gramlık altınlar var ya. Bugün 5 gram alıyor. İşte asgari ücretlinin cebinden 1,5 gram altın gitti. Emekli 4,5 gram altın alabiliyordu, 3,5 gram alıyor. Her emeklinin cebinden 1 gram altını aldılar. En düşük memur maaşı 13 gram altın alırken, 10 grama düştü. Her memurdan… Tayyip Bey şöyle diyor… Burası Türkiye Cumhuriyeti. Peşinden Ekrem Bey geliyor. Panikle salona giriyor, ‘Çıkar, çıkar’ diyor, ‘Emeklilerden birer gram, asgari ücretlilerden 1,5’ar gram, memurlardan 3’er gram para. Verin bunu Ekrem’den kurtulacağım.’ Bunun hesabı bu. Ekrem İmamoğlu’na operasyon yapılmasa bugün her emeklinin cebinde 1 gram daha fazla altın olacak. Herkesin cebinden bunları alan, çalan ve bunu da sırf iktidarı bırakmamak için yapan birileri ile muhatabız.”

“BU DARBENİN BİR DE ŞEYTANİ HEDEFİ VAR; KANAL İSTANBUL”

“Bakın o birileri neyle muhatap? Darbeler yapılır ya askeri darbe. Otururlar bunlar komuta kademesinde, şöyle kararlaştırırlar: Bu darbenin bir askeri hedefleri var, bir de siyasi hedefleri var. Askeri hedef; Meclis’i kuşatmak, Çankaya Köşkü’nü almak, şunu tutuklamak, bunu bilmem ne yapmak… Siyasi hedef; şu zamana kadar ülkeyi yönetmek, bilmem ne yapmak. Bu darbenin siyasi hedefi; Ekrem İmamoğlu’nun ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin önünü kesmek, iktidar değişikliğine engel olmak. Bu siyasi hedef. Bu darbenin bir de şeytani hedefi var, ticari hedefi var. Bakın: 27 Şubat 2025. Ekranda bir harita, önünde bir harita. Bu haritayı birazdan bir yerde daha göreceğiz. Bu harita, Kanal İstanbul haritası. 9 Ekim günü Akın Gürlek görevlendirilmiş. Ekim, Kasım, Aralık, Ocak geçmiş. Olmayan MASAK raporu köpürtülmüş. Operasyona zemin hazırlanmış. Artık MASAK’tan raporun talep edilmesine 10 gün, gelmesine 17 gün, operasyona 19 gün var. Darbenin, cuntanın başı oturmuş Kanal İstanbul haritası inceliyor. Oysa bugün halen bakan olan Murat Kurum, İstanbul’a adayken Kanal İstanbul sorularına ‘Kesinlikle gündemimizde yok’ demişti. Niye? İstanbul’da en büyük itiraz, Kanal İstanbul’a. Oyu Ekrem Başkan’a verirsen Kanal İstanbul olmayacak, Murat Kurum’a verirsen hançeri dayayacaklar İstanbul’un boğazına diye. Murat Kurum da gördüğü için. Bütün anketlerde bu olduğu için. İstanbul’a soruluyor, ‘Kanal İstanbul istiyor musun?’ diye. Yüzde 78 ‘hayır’ dediği için Murat Kurum diyordu ki, ‘Kanal İstanbul diye bir niyetimiz yok.’ Oysa bu darbeyi yapanlar çoktan 24 bin konut için planlamayı yapmışlar, müteahhitlere sözü vermişler, ihale hazırlıklarına girişmişler, ihaleleri vermişler. Bakın aynı harita nerede var biliyor musunuz? Erdoğan karşısında bakan, aşağısı Kanal İstanbul. Elle gösteriyorlar. Go Smart televizyonu, Arap basınında 3,5 dakikalık reklam yayını. ‘Kanal İstanbul etrafında, göl manzaralı konutlar. Hem de vatandaşlık garantili.’ Şimdi biraz daha her şey netleşiyor mu?”

“KANALI DAHA YAPAMIYOR İSTANBUL’UN MUHAFIZI ENGEL OLUYOR”

“‘Yahu nasıl yapar?’ Bu sözü verdiyse, bu toplantıyı yapacak. Bu toplantıyı yapması için İBB Başkanı’nın kendinden olması lazım. İBB Başkanı, İstanbul’un muhafızı Ekrem İmamoğlu olunca, ‘Ya kanal, ya İstanbul’ deyince, ‘Bu projenin adı Kanal İstanbul değil, ihanet İstanbul’dur’ deyince, İstanbullu da Ekrem İmamoğlu’nu seçince… İşte o yüzden bir terör örgütü uydurulacak, bir kumpas davası uydurulacak. İkisi aynı anda işleme alınacak. Hırsız damgası ile uğraşırken, kayyım atanacak. O kifayetsiz muhteris, milletin adaletiyle değil Tayyip Bey’in adaletiyle Adil kardeşim gidip kayyım olarak oraya oturacak. Yanı başında oturtuverse onu işler yolunda olacak. Olmayınca, İstanbullu ‘Kalk oradan, oraya Ekrem oturacak’ deyince, kayyım atayıp bir başkasını oraya oturtmaya çalışıyorlar. Arap medyası şimdi cayır cayır bu dairelerin satışının reklamlarını veriyor. Oraya gitti arkadaşlar, hiç haberimiz yok. İSKİ’ye bildirilmeden, Sazlıdere… İstanbul’da çoğu su Anadolu yakasından Avrupa’ya basılıyor. Avrupa yakasının kendi su haznesi. Yüzde 100 olan içme suyu kullanımını üç yıl önce yüzde 0’a değiştirmişler. ‘Buranın suyu kullanılamaz artık’ demişler, ‘Kullanmayacaksınız.’ Neden? Sebep; etrafını yapılaşmaya açıyorlar. Artık orası su da toplayamaz. Artık oranın temizliği de korunamaz. ‘Siz Sazlıdere’yi bırakın, suyu başka yerden bulun’ diye karar almışlar. İSKİ’ye tebliğ etmemişler. Yeni öğreniyoruz. İhale açmışlar bakanlık eliyle, 24 ihale. Şu anda 100’ün üzerinde şirket, alt işverenlerle birlikte binlerce dozer, kamyon çalışıyor oralarda. Kanalı daha yapamıyorlar, ona İstanbul’un muhafızı Ekrem İmamoğlu engel oluyor. Ama etrafındaki konutların inşaatına başlamışlar. Neden? Söz vermişler. Satmışlar. Belki de bilmediğimiz kısmını paranın baştan peşin almışlar. İşte bu yüzden iyi ki İstanbullular oraya muhafız diye Ekrem Bey’i dikmişler. İyi ki bu darbe girişimi olup da kayyım ısınma hareketlerini yaparken, İstanbullular Saraçhane’de 1 milyon kişi dikilmişler. Maltepe’de 2,2 milyon kişi dikilmişler. İyi ki Yozgat’ta o traktörleri çalıştırmışlar. İyi ki İstanbul’u bunlardan kurtarmışlar. İşin özeti budur arkadaşlar.”

“AKP TARİHİNİN EN DÜŞÜK ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILIYOR”

“Her Çarşamba İstanbul’da bir ilçede, her Cumartesi Türkiye’de bir ilde itirazı yükseltmeye, mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. Ama bir yandan bu kürsü, bir yandan o Genel Kurul salonu önemli milletin sorunlarının dile getirilmesi için. En önemli sorunlarımızdan biri; eğitim. Erdoğan, ‘Mülakatı kaldıracağız’ demişti. Bu bakan, ‘Mülakat gibi mülakat yapacağız’ deyip, açıkça Erdoğan’ın seçmeni oyunu almak için kandırdığını itiraf etti. Yaptığı mülakat tam bir rezaletti. Mülakat mağdurlarının mücadelesini hem gölge bakanımız, yardımcıları, her bir milletvekilimiz gün gün, adım adım takip ediyor. Şimdi yeni yapılacak atamalar ‘Sözlü sınav merkezleri atama alanlarına göre belirlenecek…’ Bak, bak. Biz de bunu diyorduk ya. Matematik öğretmenine İzmir mülakatında 5 puan çok veriyor, Mersin mülakatında 2 puan eksik veriyor. Kayseri mülakatında 7 puan fazla veriyor, filanca yerde 2 puan eksik veriyor. ‘Böyle olmaz’ dedik. Bunun mağdurları hak arıyorlar. Şimdi bunu kabul ediyor ama mülakattan vazgeçmiyor. Bu sene yapılan 15 bin öğretmen ataması, AKP tarihinin en düşük atamasıdır. Geçen yıl ‘Emekli sayısı kadar atayacağız’ deyip; 23 bin 600… 20 bin atamıştır. Bu sene 15 bine gerilemiştir. Kendi koyduğu kurala bile uymamıştır. Rahmetli Ecevit’in döneminde 68 bin atanmamış öğretmen için ‘Ey Ecevit, ey vicdansız Ecevit madem atamayacaktın, niye okuttun sabileri?’ diyen Erdoğan, ‘Madem atamayacaktın niye okuttun sabileri?’ diye soracağım. 1 milyon 45 bin öğretmen mezun etmiştir. Şimdi o 1 milyon 45 bin öğretmenin sadece 15 binini atayıp, onu da kendi kurduğu akademi yöntemiyle, mülakat yöntemiyle kendince kendi yakınlardan seçmenin gayreti içindedir. Ama bir yandan da ‘proje okullar’ denen, ülkenin gözbebeği, en iyi öğrencilerin sınavla girdiği okullardan 6 bin en iyi öğretmeni atıp, yerine 6 bin kendi sendikasından yandaş öğretmen getirmenin gayreti içindedir. Erdoğan’ın gözlerinin içine baka baka seçmenin sorması gereken şudur: Sen 14 Mayıs’ta birinci turda seçimi kazanamadın. 28 Mayıs’ta karşıma çıktığında ‘Mülakat kalkacak’ dedin, onun için oy verdim. Asgari ücret enflasyonlu dönemde bir kere değil… Hani temmuzda yapılıyordu. ‘Gerekirse martta, temmuzda, ekimde ve aralıkta dört kere zamlanır’ dedin, onun için oy verdim. ‘Emekliyi asla enflasyona ezdirmeyeceğiz’ dedin, onun için oy verdim. ‘Kanal İstanbul yok’ diye söz verdiniz seçimde, onun için oy aldınız. Şimdi hepsinin tersini yapıyorsun. Gözümün içine bak ey Erdoğan. Utanmıyor musun, utanmıyor musun? … Diye seçmenin sorma hakkı vardır.”

“HATAY’IN İRADESİNİ ÇALDIKLARI GİBİ TAPUSUNU DA ÇALDILAR”

“Ekrem Başkanın diploması iptal edildiğinde, ‘Bu ülkede artık hiçbir kağıdın değeri yok’ demiştim. ‘Tapunun dahi’ dedim, ‘tapunun dahi…’ Keşke bu kadar hızlı haklı çıkmasaydım. Keşke Hatay’da, Samandağ’da, Antakya’da, Kırıkhan’da, Defne’de haklı çıkmasaydım. Bunlar deprem olduğunda yine seçmenin karşısına geçip, ‘Bir yıl içinde bütün evleri teslim edeceğiz’ dediler. ‘Bir yıl içinde 650 bin konut yapacağız’ dediler. Bir yıl içinde bunların yüzde 3’ünü bile vermediler. Bugün 2 yıl 3 ay geçmek üzere üzerinden. 2 yıl, üçüncü yılın da dörtte biri. Halen verilen konut 201 bin. Nerede 650 bin, nerede 201 bin? Sözün bütün illerde, bütün deprem bölgesinde, 10 ilde yüzde 30’unu tutmuş. Hatay’da ise sadece yüzde 18’ini. ‘254 bin konut vereceğiz bir yılda’ demiş Hatay’a. 2 yıl 3 ayda 46 bin konut vermiş, tam 46 bin. 100 depremzededen 18’i evinde, 82’si ya konteynerde, ya çadırda, ya gurbette. Şimdi ‘Konut yapacağız. Hızla yapacağız, çabuk yapacağız’ diye milletin zeytinliğini acele kamulaştırma yapıyor. Dozerle gidiyor zeytinliğe giriyor. Önüne Hataylılar yatıyor. Maalesef bu ülkede hukukun ve bu ülkede devletin sözünün bir öneminin kalmadığının birebir ispatını yaşıyoruz. İstanbul’un Belediye Başkanının önce mazbatasına sonra diplomasına çökenler, bugün Samandağ’ın, Antakya’nın, Defne’nin, Kırıkhan’ın tapularına çökmektedir. Ve bunu 31 Mart seçimlerinde, o Vali denen bir partinin il başkanından daha daha fazla partizan olan, o gece dünyanın en büyük usulsüzlüklerini yapan, sonra da YSK’da maalesef bütün itirazları reddettirenler, Hatay’ın iradesini çaldıkları gibi şimdi geleceğini ve Hatay’daki insanların tapularını çalmaktadır. Biz Hatay’ın ilk günden beri sonuna kadar arkasındayız. Bunun hesabını Hataylılarla birlikte teker teker soracağız, burnunuzdan fitil fitil getireceğiz. Söz veriyorum.”

“BİR TÜKENMİŞLE MUHATABIZ”

“Ülkemizde her türlü hukuksuzlukla yeni mağdurlar yaratan iktidarın, Gazze’deki mazlumlarla ilgili iki yüzlülüğünü de hep birlikte ibretle takip ediyoruz. Doktora öğrencisi Rümeysa Öztürk, Filistin davasına destek veren bir yazı yazdığı için 25 Mart’ta ABD’de gözaltına alındı. Rümeysa’nın kefaletle serbest bırakılma talebi bile reddedildi. Ama Erdoğan’dan bir tane ses yok. Trump ona hatırlatıyor. ‘Severim onu’ diyor, ‘İyi anlaşırım. Bir rahibim vardı elinde onu ondan almıştım’ diyor. Hatırlayın. Erdoğan Trump’a şöyle söylüyordu. ‘Bu can bu bedende durdukça, benim rahibi vermeden sen rahibini alamazsın. Ey Trump ver papazı, al papazı’ diyordu. O gün papaz dediği kişi Amerika Birleşik Devletlerinde öldüğü güne kadar yaşadı. Asla ve asla Amerika’daki papazı kendisine vermediler. Fethullah Gülen’i söylüyor. Ama Trump bir sert telefonla kendi papazını aldı. Şimdi gevrek gevrek hatırlatıyor. ‘Papazımı almıştım’ diyor. Yani ‘Ayağını denk al. Ben sana hiçbir şey vermeden senden istediğimi alan biriyim’ diyor. Ya bari bu cümlenin üzerine, insan bir telefon açar da ‘Bak o zaman verdim papazı, şimdi bırak Rümeysa kızımızı’ diyemeyen, Trump’ın karşısında tir tir titreyen, İstanbul’a yapacağı darbenin icazetini dahi Trump’tan alan bir tükenmişle muhatabız arkadaşlar.

“TÜRKİYE’NİN HAKKINI ASLANLAR GİBİ SAVUNURUZ”

“Filistin’de öldürülen Ayşenur kızımıza da sahip çıkamadı, Gazze’de tehcir planı uyguluyor Trump. ‘Güzelmiş ya burası’ diyor. ‘Buralara oteller yapılır’ diyor, ‘Gazinolar yapılır’, kumarhane işletecek. ‘Filistinliler de üç-beş ülkeye gidiversin’ diyor. Türkiye’ye ve etrafındaki Arap ülkelerine gidecek. Gazze’de soykırım yaptığı yetmez, tehcir yapacak. Oraya kurulacak. Ama esas mesele buradaki kumarhaneler değil, Ege’deki hidrokarbon yatakları. Yüzyıl Avrupa’ya yetecek kadar doğalgaz Gazze’nin önünde var. Trump bunun hesabını yapıyor. Netanyahu ile oyunu kurmuş, işletiyor. Erdoğan da susuyor. Trump’a gık diyemiyor, Netanyahu ile yalandan kayıkçı kavgasına tutuşuyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hafta sonu İstanbul örgütümüz yürümek istedi, izin vermediler. Ama İstanbul Valisi ‘Burada kimseye izin yok’ dedi. 2023’te TÜGVA’yı tam o istikametten yürütmüştür. Yürüyenin kim olduğuna göre Filistin davası ile ilişki kuran bir iktidar var. Ve sıcak salonlarda hamaset yaparak Filistin davasını artık öyle bile savunmayan bir iktidar var. Ve maalesef biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Trump’ın Gazze tehcir planına karşı bütün dünyada ses duyurmaya çalışırken, bunların ağzından bir kelime çıkmıyor. Ama bir yandan Ekrem Başkan’a yaptıkları yüzünden alman hükümeti Eurofighter’ları vermemeye karar vermiş. Bakın ‘Trump’ın iktidarını sürdürürsün, Türkiye’de darbe yaparsın ses etmem. Ama Gazze’ye çökeceğim, sen de ses etme’ pazarlığı ortada. Bu sırada Eurofighter’lar verilmiyor, bir yanda şunların haline bakın. Biz Almanya’daki muhataplarımıza ‘Aman yapmayın’ diyoruz. ‘Bizim buradaki meselemiz için Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmayın’ diyoruz. ‘Türkiye Erdoğan’dan büyüktür, Türkiye Erdoğan’dan ibaret değildir’ diyoruz. Hani Erdoğan diyor ya ‘Dünya beşten büyüktür.’ ‘Türk milleti de birden, o tek adamdan büyüktür’ diyoruz. Kimsenin endişelenmesin. İş Almanya ile çözülecek olsun, yeni Şansölye atanınca önce tebrik mesajını atarız, ondan sonra da bu kurulacak iktidardaki iktidar ortaklarıyla, hem Şansölye ile hem iktidardaki tüm ilgili bakanlarla gerekirse gider yüz yüze görüşürüz, Türkiye’nin hakkını bu kifayetsizler gibi Trump’tan tırsarak ya da fırsatçılık yaparak değil, aslanlar gibi biz savunuruz.”

“KIBRIS DAVASI BU ÜLKENİN NAMUSUDUR, SATTIRMAYIZ”

“Ama bunların haline bakın, güya Türk dünyası ile iyi ilişkiler. Bununla ilgili çok iddialıydı bunlar. Devlet Bey’in de hoşuna gidiyordu o verilen pozlar. Ne oldu? Biz ne bekliyoruz? Türki Cumhuriyetler Kıbrıs’ı tanıyacak. Bekliyoruz ki tanısınlar. Ne oldu? Bırak Kıbrıs’ı Türki Cumhuriyetlerin tanımasını. Türki Cumhuriyetler; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan. Oturdular Semerkant’ta, bizimkiler aval bakarken ikna edildiler. Güney Kıbrıs’ı tanıdılar. Tanımak yetmez, Güney Kıbrıs’a büyükelçi görevlendirdiler. Türkiye Cumhuriyeti’nin tam olarak dış politikasının paspas edildiği, Kıbrıs davamızın paspas edildiği, beceriksiz bir dış politika. Cafcaf yapıyorlar, Hakan Fidan köpürt köpürt köpürt köpürt. Yahu bu ülkenin dış politikasında yedi cihana karşı, ambargo tehditlerine karşı Kıbrıs’ı savunmak var. Kıbrıs’ı kurtarmak var. ‘Giderseniz perişan ederiz’ diyenlere karşı ‘Ayşe tatile çıksın’ deyip komandoları Kıbrıs’ın üzerine paraşütle indirirken o küçücük kıza ‘Bizimkiler’ dedirtenler var. Yanda, küvette bir anne üç çocuğunu kıtır kıtır kesmişler. Oradaki çocuk diyor ki ‘Bu akşam bize de gelirler mi?’ Anası diyor ki ‘Onlar gelmeden bizimkiler gelirler.’ Hava indirme tugayı iniyor, kız bakıyor, annesine diyor ki ‘Bizimkiler’ diyor ‘Bizimkiler.’ O bizimkileri oraya yollayan, bizimkileri Kıbrıs’a yollayan, Kıbrıs’ı kurtaran sağda Erbakan, solda Ecevit varken bugün o Kıbrıs’ı satan Erdoğan, Erdoğan, Erdoğan. Ey Erdoğan, Kıbrıs davası bu ülkenin namusudur. Satamazsın, sattırmayız.”

“AİLENİ KARIŞTIRMAYA ÇALIŞANLARI UZAKLARDA ARAMA”

“Savunmadıkları Kıbrıs’ı ne işlere zemin etmişler. Kıbrıs kadar turp çıktı heybeden, Kıbrıs kadar. Eski KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim. Eğmeden, bükmeden söyleyelim. Babası Maksut Serim. Akbil, İgdaş, Belbim davaları sırasında Vakıfbank Valide Sultan Şubesi’nin müdürü. Valide Sultan Vakıfbank Şube Müdürü. O günden beri o ilişki içindeler. Bir açıp okuyalım, bir açıp okuyalım neler olmuş Akbil’de. Nasıl yolsuzluktan yargılanılmış. Harun Karaca en son. Bütün Akbil yolsuzları nasıl yıllarca milletvekilliliği ile kaçırılmış. Sonra o davalara neler yapılmış. Maksut Serim ya, Vakıfbank’ın şube müdüründen örtülü ödenek başkanı yaptı. Yanından ayırmıyor her işinde. Gelmiş onun oğlu Yasin Ekrem Serim. Meslekten gelmez, dış işlerine sokulmuş. Özel kalem yapılmış, büyükelçi yapılmış, Kıbrıs gibi yere meslekten gelmeyen büyükelçi atanmış. Altı ay sonra buradan söyledim, Pis kokular geliyor, ne oluyor’ diye. Görevden aldılar. ‘Niye aldınız kardeşim, söyleyin’, cevap yok. Bakın bir hesap hareketleri var, gemiler var, onunla ilgili kimler kimler var. Hakan Fidan’ın, Binali Yıldırım’ın isimleri geçiyor. Ben geçen hafta da aynı özeni söyledim. Çocukların ismi geçiyor, ama biz bir kişi düzgünce soruşturup, yargılanıp, ceza alıp kesinleşmeden, ne kişiye bir şey deriz ne ailesine bir şey deriz. Buradan Sayın Hasan Doğan, Sayın Erdoğan’ın Özel Kalemi. Bazı konuşmaların bazı kısımlarını Sayın Erdoğan’ın dikkatine sunduğunu duyuyoruz. Bu kısmını söyleyin. İzlesin Erdoğan. Bir; bizim kitabımızda aileyle uğraşmak yok. Eğer ailenin bir suçu varsa o babasının oğlu olduğu için zan altına girerek değil, bizzat kendisi sorgulanır, yargılanır, ceza alır. Kesinleşirse orada kesinleşir. Hani siyaset, belli sınırların içerisinde yapılacak ya. Biz öyle aileye, sağa-sola saldırmayız. Ama şuna bakın şuna, Sayın Erdoğan. Şimdi bir yandan 45 kaset, 40’ı var beşi kayıp. O beşinde neler var neler diye söyleyenler. Her tarafa dökülen bilgiler. Bu 40 kaset, 45 kaset işini ilk söyleyen Sedat Peker. Söylediği Süleyman Soylu. O gün İçişleri Bakanı. İçişleri Bakanı ne işi var Dubai’de? Sedat Peker’in peşine Dubai’ye. O günden sonra bakanlıktan alındı ama, burada bir kenarda tutuluyor. Şimdi o birileri ‘Ya bu işte Süleyman Soylu var da Hakan Bey yok mu? Binali Yıldırım’ın oğlu yok mu? Erdoğan’ın oğlunu Özgür Özel niye konuşmuyor’ diye bize alttan bilgi akıtanlar var ya Sayın Erdoğan, senin aileni karıştırmaya çalışanları uzaklarda arama. Bu kurduğum cümlelerde ara. Çok soylu bir davranış var. Kendini kurtaracak ya. O yüzden izlesin bunu Sayın Erdoğan. ‘Ya o kasetler bizde de var. İçinde bir ben mi varım? Özgür Özel’e söyleyin, birazcık da soyadı Erdoğan olanları konuşsun.’ Ey Süleyman Soylu, ben nerede ne konuşacağımı senden öğrenecek olsam senden beter olurdum. Ama milletimizin de vicdanına sığınırız. Bir tarafta Kıbrıs yıkılıyor, kasetler, söylenenler, tanıklar, ispatlar, onu söyle… Ya bir soruşturma açılmıyor. Öbür tarafta aha da devletin televizyonuna bak. ‘Usulsüz yapıya kullanım izni, İmamoğlu inşaatlarında usulsüzlük, çatıyı yükseltti, terası büyüttü, teras büyüklüğüyle oynadı, kat planı proje büyüklüğüne aykırı değişti.’ Bir tarafta onlara susacaksın, burada teras küçülmüş, yatak odası büyümüş diye İmamoğlu’nu hapiste tutacaksın. Milletimize şikayet ediyorum, milletimize.”

“KÜRT MESELESİNDE TUTARLILIĞIMIZ, SAMİMİYETİMİZ VAR”

“Son olarak şunu ifade etmek isterim ki bir süredir Kürt meselesinde bir süreç yürüyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak başından beri bu meselenin samimi, şeffaf, toplumsal mutabakata dayalı bir şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu konuda 10 yılları aşan tutarlılığımız var. Samimiyetimiz var. Gayretimiz var. Kendi komisyonumuzu kurduk, 10 arkadaşımız çalıştı. Biz bir demokratikleşme paketi üzerinden Kürt sorununun çözülmesine de, Türkiye’nin demokratikleşme noktasında en ciddi adımları atmasına da hazırız. Meclis Başkanı’na sorumluluk alması için çağrımızı yaptık. Ne yapılacaksa milletin gözünün önünde yapılması gerektiğini söyledik. Bir yandan Sayın Bahçeli ‘Terörsüz Türkiye’ye ne diyorsun?’ ‘Eyvallah’ dedik. Terörsüz Türkiye istiyoruz. Şehitlerin, gazilerin rızalığını istiyoruz. Tüm mağdurların rızalığını istiyoruz. Annelerin gözyaşı akmasın diyoruz. Bunun üstüne şunu söyledik bir hafta. Siz de gerçek bir demokratikleşme ile hem terörsüz, hem çetesiz bir Türkiye istiyor musunuz? Mafyasız Türkiye istiyor musunuz? Buna bir cevap alamadık. ‘Terörsüz Türkiye’ye var mısın?’ ‘Varım. Üç T’ye de varım; terörsüz Türkiye’ye, tutuksuz yargılamaya, TRT’den yayına varım’ dedim. Yine cevap yok.”

“GAZİ’NİN PARTİSİ SAVAŞ İLAN ETMEZ AMA İŞGALE SESSİZ KALMAZ”

“Bugün 23 Nisan mesajı yayınlamış Sayın Bahçeli. Dün ayakta videosunu gördük. Memnun olduk. Bu kürsüde söylemiştim Sayın Bahçeli ayağa kalkana kadar, siyasete dönene kadar biz ona bir şey söylemeyeceğiz. Kültürümüzde yok, hastayla uğraşmak. Kültürümüzde yok birisi yatarken yerdeyken ona vurmak. Bir yandan kendi partisi içinde, kendisi yatarken onun hakkında tezviratları yapanlar, yayanlar suçüstü yakalandı. Veliaht diye kendisini gösterenlerin esas nasıl davaya ihanet içinde oldukları, lidere ihanet içinde oldukları yakalandı. Sayın Bahçeli ayağa kalktı, güya onlara hesap soracaktı. Ona hesap soracağına bugün Allah razı olsun yazmış da yazmış. CHP diyor Özgür Özel diyor, CHP diyor Özgür Özel diyor. Benim kendisine söyleyeceğim şey şu: Diyor ki ‘Savaş ilan ediyormuşsun.’ Bizim kültürümüzde yok. Yurtta barış, cihanda barış. Biz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisiyiz. Ben ‘Savaş ilan ederim’ demedim. ‘Bu yapılanı savaş ilanı kabul ederim’ dedim. Gazi’nin partisi savaş ilan etmez. Ama işgale sessiz kalmaz, işbirlikçilere sessiz kalmaz, yavru vatanı satanı, Türk dünyasını bile yanında tutamayanı, ülkeyi perişan ettirene karşı sessiz kalmaz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi ne Trump’tan korkar, ne bir başka süper güçten, ne de kendisini bu göreve getiren milletin gözünün içine bakamayacağı hiçbir işin içinde olmaz. Diyor ki, ‘Savaş ilan edeceksen o savaş ilanını…’ Benim savaşım niye senle olsun? Benim savaşım, o işte olur olmaz kendi rolünü büyütmeye çalışan, oradan buradan konuşan Cumhuriyet Halk Partisi'ne sataşan, o siyaseti kendinden menkul, gücü kendinden menkul, cesareti kendinden menkul… Ne uğraşacağım onla? Benim iş bu iktidarı değiştirmekte, hukuk düzenini kurmakta, hiçbir partinin gençlik kolları başkanının Ülkü Ocakları Başkanı’nın cenazesini Ankara’nın ortasında kanını yerde bırakmamakta. Bunun için daha çok çalışacağız, daha çok gayret edeceğiz.”

“AY - YILDIZLI BAYRAĞIMIZLA MEYDANLARA DAVET EDİYORUM”

“Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi bu iktidardakilere karşı tarihin en büyük imza kampanyasını başlattı. Dünya tarihinin. Geçen hafta 10 milyonu açmıştık yarın gelecek kesin sonuçlar paylaşılacak, 12 milyonun üzerinde bir imzayla adım adım hedefe doğru yürüyoruz. Bütün örgütümüzden, kurulan sistemle, il, ilçe, mahalle sorumluları üzerinden kapısı çalınmadık bir komşu bırakmamayı, servis otobüsünde önüne imza föyü koyulmadık bir işçi arkadaş bırakmamayı, kahvelerde domino oynayan amcadan, iş bekleyen işsiz kardeşime kadar imzası istemeyen kimseyi bırakmamayı, Türkiye’de Erdoğan’ın aldığı oydan bir fazlasıyla, kendisine ‘Ey Erdoğan adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum’ demenizi bekliyorum. Yarın 23 Nisan… Ankara’ya gelenlerle birlikte Ankara’daki Atatürkçüleri, Cumhuriyetçileri, Ankara’nın bütün demokratlarını saat 17.00’de birinci Meclis’in önünde olmaya, Ankara’da her sokaktan caddelere, caddelerden birinci Meclis’e, Ankara’nın her yanından Anıtkabir’in önüne akmaya davet ediyorum. Ekrem Başkanımızın çağrısıyla, sadece Cumhuriyet Halk Partilileri değil bu ay - yıldızlı şanlı al bayrak için ölmeyi göze alan herkesi 23 Nisan’dan 19 Mayıs’a kadar bu şanlı bayrağı asmaya davet ediyorum. Yarın bu bayrağı elinize alın, meydanlara taşın. 19 Mayıs’a kadar bayraklar evlerinizde, işyerlerinizde kalacak. Atatürkçüler, Cumhuriyetçiler, milliyetçiler, Türkiye’nin bütün demokratları kazanacak. Cunta kaybedecek. Demokrasi gelecek. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bayramımız kutlu olsun, yolumuz açık olsun.”


CHP TBMM GRUP TOPLANTISI

Benzer Haberler